Mektûb

Birâder-i Cihân Ali Beyefendiye:

Son mektubunuzu aldım. İstibşâr etdim. Ed’iyye-i hayriyyenize selâmlarımı terdîf etdim. Mektûbunuzun son fıkrasında kemâl-i edeble bir mes’ele sormuşdunuz.

"Ervâh-ı meşâyıh hâzırdır" dese kâfir olur diye Halebî-i Sagîr ve Babadağı tercümesinde musarrahdır. Efendim bu fetvâ doğrudur, muvâfık-ı hakdır. Kitâblar da mu’teberdirler. Beri tarafda mutasavvıfanın lisânında da "pîrimizin rûhu hâzırdır, nâzırdır" diye zebânzed ve meşhûrdur. 

Bu iki kelâmın arasını nasıl hal edelim diye bir suâl vârid olur ise (nitekim çok zamânda vârid olmuşdur); Allâh Sübhânehû ve Teâlâ hâzır ve nâzırdır. Allâh Sübhânehû ve Teâlâ ebedî ve ezelî olarak hâzır ve nâzırdır demekdir. Bu ma’nâyı ifâde etmek için Allâhu Teâlâ her vakitde her yerde hâzır ve nâzırdır derler. Hâlbûki Allâh Sübhânehû ve Teâlâ zamân ve mekândan münezzehdir. Şu hâlde; bu kelâm zâhiri üzerinde kalmaz, mecâza haml olunur. Ya’nî zamânsız ve mekânsız hâzır ve nâzırdır bilinir. Böyle olmazsa, zımnî olarak Cenâb-ı Hakk’a zamân ve mekân isnâd etmiş oluruz.

Bu meselenin hülâsası; Allâh Sübhânehû ve Teâlâ; Hayy, Alîm, Kadîr, Mütekellim olarak ebediyyen hâzır ve nâzırdır. Hayât, ilm, kudret ve tekellümünün zamân ve mekân ile mukayyed olmaması gibi, Allâh Sübhânehû ve Teâlâ’nın hâzır ve nâzır olması dahî bir zamân ve bir mekân ile mukayyed değildir. Sıfât-ı İlâhiyye’nin kâffesi de böylecedir. Bu sûretle hiçbir şey O’na şerîk değildir. Allâh Sübhânehû ve Teâlâ’nın sıfâtlarında adem-i sâbık ve adem-i lâhık tasavvur olunmaz. Meselâ Allâh Sübhânehû ve Teâlâ hâzırdır ve bu hâzırlığa sebkat etmiş bir gâiblik yokdur. Zîrâ Sıfât-ı İlâhiyye, zâtı gibi ezelî, kadîm ve ebedîdirler. Bu sıfâtların hiçbirinde bir kimsenin iştirâki yokdur.

Ervâh-ı melâike-i kirâm, ervâh-ı enbiyâ aleyhimüssalâtü vesselâm ve ervâh-ı evliyâ ve ervâh-ı sulehâ ve mü’minîn, her kim nerede ve ne zamânda ve ne hâlde istimdâd ederlerse orada yetişirler. Hızır Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhimüssalâtü Vesselâm’ın, acuzenin imdâdına yetişmesi bu kabîldendir. Fahr-i Âlem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in her bir ferd-i ümmetin husûsuyla zamân-ı sekerâtında imdâdına gelmeleri bu kabîldendir. Melek-ül Mevt’in her meyyitin bulunduğu zamânda ve mekânda yetişmesi bu kısımdandır. Her bir mürşid-i kâmilin mürîdânına yetişmesi bu kabîldendir. Bunda zamân ve mekân mutasavverdir. Ezelîlik ve ebedîlik yokdur. Devâm dahî yokdur. Huzûrlarından evvel gaybet sebkat etmişdir. Ve ondan sonra ya’nî huzûrdan sonra gâiblik lâhık olur.

Bu her iki mes’elenin arasında çok mesâfe vardır. Cenâb-ı Hakk’a mahsûs olan huzûr ile hiç kimse hâzır değildir. Ve kezâ Allâh Sübhânehû’ya mahsûs olan sıfâtın kâffesi böyledir. Ne bir melek, ne bir nebî ve rasûl ve ne de bir velî ve sâlih, Cenâb-ı Hakk’ın hiçbir sıfatına şerîk değildir. Deracât-ı ilm, velâyâta irtikâ etmeyen sâlike ervâh-ı mürşidîn her nerede ve ne vakit istimdâd olunursa imdâda gelirler diye ta’lîm ederler. Bu huzûra gayb ya’nî hâzır olmamaklık sebkat eder ve lâhık olur. Ne Cenâb-ı Hakk Celle Celâlühû ervâhın hâzır olduğu huzûr ile hâzır olur (zîrâ bu nev’ huzûr zamân ve mekân ile mukayyeddir ve muvakkatdır), ve ne de ervâh, Allâh Sübhânehû ve Teâlâ’nın huzûru gibi hâzırdırlar (zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın hâzır olması zamân ve mekân ile mukayyed değildir, ezelîdir ve ebedîdir).

Kitâbların fetvâsı ve müeddâsı şudur ki bir kimse eğer benim şeyhim ezelî, dâimî ve ebedî hâzır ve nâzırdır dese, elbette kâfir olur. Ancak bunların da’vâsı budur ki; benim şeyhim rûhâniyyetce âlîdir, nerede ve ne zamânda istimdâd edersem imdâdıma hâzır olur demekdir. Görülüyor ki Fahr-i Âlem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şark ve garb âlemden, ve zamân-ı saâdetinden şimdiye kadar efrâd-ı ümmetinden bâhusûs erbâb-ı keşf ve şuhûd istimdâd ederlerse imdâdlarına yetişir. Hızır Alâ Nebiyyina ve Aleyhimüssalâtü Vesselâm rûhâniyyetinden istifâde edenlerin ba’zılarına ânî olarak imdâda geliyor. Melâike-i kirâm kabz-ı ervâh için ân-ı vâhidde istedikleri zamân ve mekânda hâzır olurlar. Şâzeliyye Tarîkatı’nın reîsi Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî diyor ki; her ân ve zamân tal’at-i behiyye-i Peygamberî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem önümde hâzırdır. Fetvâ doğrudur. Fakat mes’elemizle tetâbuk etmez.

İşte; ervâh-ı evliyâ, Allâh Sübhânehû ve Teâlâ gibi hâzırdır demek küfrdür. Allâh Sübhânehû ve Teâlâ âlim, kâdir ve mütekellim olduğu gibi hiçbir kimse âlim ve kâdir ve mütekellim ve hâzır değildir. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’nın ilmi ve hayâtı ve kudreti ve tekellümü ve huzûru ve sâir sıfâtı, şân-ı Ulûhiyyete lâyık bir hayât ve kudret ve huzûrdur. Mahlûkâtın hayât, ilm ve kudreti ve tekellümü ise kendileri gibi hâdis, zamân ve mekânla mukayyed ve muvakkatdırlar. Bununla beraber enbiyâ aleyhimüssalâtü vesselâm ve evliyâ rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn ve ulemâ aleyhimürrahme ve avâm eslehahümullâhi teâlâ âlimdir, hayydır, kâdirdir, hâzırdır ve mevcûddur derler. Bundan murâd Allâhu Teâlâ’nın alîm ve hayy ve kâdir olması ve mevcûd olması gibi demek değildir. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’nın hâzır olmasıyla evliyâ ervâhının hâzır olması arasında çok fark vardır.

Ancak o kitâbların sâhiblerinin zamânında cümle-i sûfiyyeden bu gibi kelâmlar işitilmiyordu. Güyâ izhâr-ı ihlâs makâmında "pîrimiz hâzır ve nâzırdır" derler. Müellifîn-i kirâm ve fukahâ-i izâm, bu seyyie-i azîmenin tevsi’ etmesini istemediklerinden mes’eleyi bu sûretle beyân buyurmuşlardır. Bununla berâber bunlardan dahâ büyük olan eimme-i dîn, bu mes’eleyi dahâ umûmî bir sûretde şâmil ve kâfi olarak beyân buyurmuşlardır.

Allâh Sübhânehû ve Teâlâ’nın muttasıf olduğu sıfâta hiç kimse şerîk değildir. Bunların cümlesi LÂ İLÂHE İLLALLÂH kelime-i mukaddesesi altında mündericdir. Ya’nî ulûhiyyete müstehak kimse yokdur. Ancak cemî’ sıfât ve şuûnuyla şerîkden münezzeh olan Zât-ı Akdes vardır. Bu ma’nâ, derîn ve amîk bir nazarla halle kâfidir.

Efendim bu mes’eleyi böyle uzûn ve sarîh yazdım, murâdım tâm îzâh idi. Zîrâ bu mes’ele çok kimseleri tereddüde düşürmüşdür. Turuk-u Aliyye’nin meşâyıhı âlim olmak gerekdir ki bu yoldaki müşkilâtı herkesin fehmine göre halle muktedir olsun. Böyle olmadıklarından değil midir ki dîne hurâfât girmiş ve dîni bu sûretle lekedâr etmişlerdir. Her şey erbâbı elinde bulunursa dîne muhâlif sözlere meydân vermezler. Cenâb-ı Hakk, zât-ı âlînizi her hâlde muvaffak buyursun ki bu îzâha sebeb oldunuz.

Bâkî duâlar..

13 Cemâziyelevvel 349

Ed-dâî Esseyyid Abdülhakîm   

 

 

 

Paylaş

Bizi Takip Edin

Yukarıya Dön