Havf, yâ hulûl-ü mekrûh veyâhûd kuvvet-i mahbûbinin tevakkîsiyle olur. [İyyâye ferhebûn], [Yehâfûne Rabbihim] ve [Yed’ûne Rabbehüm havfen ve tame’an] âyet-i kerîmeleriyle işâret buyurulduğu veche ile havf ancak Allâh’dan olur.

Havfın merâtib-i selâsesi vardır. Birincisi îmânın şartı ve muktezâsı olan [Vehâfûne in küntüm mü’minîn] nazm-ı celîlinin işâret buyurduğu havfdır. İkincisi muktezâ-yı ilim olan haşyetdir. [İnnemâ yehşallâhu min ibâdihi’l-ulemâ’] buna işâretdir. Üçüncüsü, şart-ı ma’rifet olan heybetdir. [Ve yuhazzirukümullâhu nefseh] âyet-i celîlesi, mûcib-i zât-ı samedânî heybet ve azameti işâretdir.

Havf ikiye münkasım olub, biri rehbet ve diğeri haşyetdir. Sâhib-i rehbet, nevâhî-i İlâhiyye’den hereb ve firâr; ve sâhib-i haşyet, Cenâb-ı Perverd-gâr’a ilticâyı mûcib oluyor.

Hâif; bükâ ve gözlerini mesh eden kimse olmayıb, belki azâba istihkâkı mûcib olan şeyleri terk edendir.

Er-Riyâd’üt-Tasavvufiye, 34. Bölüm.

 

Paylaş

Bizi Takip Edin

Yukarıya Dön