Huşû’, huzû’ ve tevâzu’ elfâz-ı müterâdifedendir. İnsânın eser-i hasen-i ahlâkı olub, nefsini vazî’ ve hakir görmesidir.
Bu iş indallâh ve inde’l-nâs hasâil-i makbûle ve memdûhadandır. Huşû’, Hakk’a inkıyâd ve mutâva’at; ve tevâzu’, Rabb-i Müte’âl’e teslimiyyet ile hükme i’tirâzdan mücânebetdir.
Dînden en evvel zâyî’ edilen şey huşû’dur. Hâşi’ olan kimseye nefs ve şeytân takarrüb edemez. Alâmât-i huşû’dan birisi, bir sebeb üzerine igzâb olunduğu veyâhûd re’yine muhâlefet ve kelâmı reddedildiği vakitde kendi nefsi için müteessir olmayıb hakkı kabûle teveccüh ve istikbâl etmekdir denilmişdir.
Cüneyd: Huşû’ kalbin Allâm’ül-Ğuyûb’a tezellülüdür. Huşû’ galeyân-ı heybet ve azamet-i İlâhîyye ile istiğrâk-ı kalbin mukaddemâtıdır. Sür’at-i meşîy, esrâ-i hâcet ile berâber huşû’a münâfîdir.
Er-Riyâd’üt-Tasavvufiye, 38. Bölüm.